ölürken çocuklarımı unuttum
küçük deniz kirpileriyle sabah
denedim bütün sabahları.
sana sürgünümün şarabını bıraktım al
mumlarını güzelliğin ve hiçliğin
bir de kaygumun soluk ellerini.
denedim bütün ölümleri
ama görmedim büyülü ağaç
ezilmiş sevdaların giysileri.
sana ayrılığın yayını bıraktım al
bir de adını bilmediğim gökyüzünü
lamalar gibi koşar bozkırda.
oysa ölümsüzlük şuracıkta, kar
güneşi gibi doldurmuş odayı, basit,
anlamsız ve tek başına.
ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki
denedim bütün vakitleri al
başka türlü geçmeyen bir vakitti.
Melih Cevdet Anday
bir sevda çekerdi kalbim sessiz tek başına
varamaz dokunamazdı elim umutsuz yarasına
biliyorum kavuşmak imkansız anlıyorum yaşamalıyım sensiz
tek başına tek başına..
her gece hayalimde düşümde her kadehin bitişinde
bir buruk bir gariptir içim aklımdan her geçişinde
biliyorum kavuşmak imkansız anlıyorum yaşamalıyım sensiz
tek başına tek başına..
yağmur dönerken kara
yavaşça
süzülenler yola
araba dolusu bir tuhaf seven
şarkılar çalan söyleyen
sevenlerden biri ben
arkada bıraktığım sen
kim olduğunu biliyorsan söylesen
ah yağmur dönerken kara
şarkılar var falımda
hepsi sana, hepsi sana
bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara
yine yol var falımda
ister özle,
yok istersen hiç hatırlama
sokaklar dolusu
şekerli kar kokusu
tunalı'da gezinirken
bizde bir kahvaltının tutkusu
acıkanlardan biri ben
arkada bıraktığım sen
kim olduğunu biliyorsan söylesen
ah yamur dönerken kara
şarkılar var falımda
hepsi sana, hepsi sana
bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara
yine yol var falımda
ister özle,
yok istersen hiç hatırlama
Hz. Yunus Emre'nin şiirinden muhteşem bir tasavvuf musikisi eseri. Çoğumuz Ahmet Özhan'dan dinlemişizdir bunu, ama bir de Mızrabın Nefesi'nden dinleyelim. Her bir cümlesinde ayrı bir irfan, her bir cümlesinde ayrı bir güzellik var mübarek şiirde. Evet şiir de mübarek oluyormuş elbet.
Hay'dan gelen Hu'ya gider..
hak bir gönül verdi bana
ha demeden hayrân olur
bir dem gelir şâdân olur
bir dem gelir giryân olur
bir dem sanasın kış gibi
şol zemheri olmuş gibi
bir dem beşâretden doğar
hoş bağ ile bostân olur
bir dem gelir söyleyemez
bir sözü şerh eyleyemez
bir dem dilinden dür döker
dertlilere dermân olur
bir dem çıkar arş üzere
bir dem iner taht-es-serâ
bir dem sanasın katredir
bir dem taşar ummân olur
bir dem cehâletde kalır
hiç nesneyi bilmez olur
bir dem dalar hikmetlere
câlînus u lokmân olur
bir dem dev olur yâ peri
vîrâneler olur yeri
bir dem uçar belkîs ile
sultân-ı ins ü cân olur
bir dem varır mescidlere
yüz sürer anda yerlere
bir dem varır deyre girer
incil okur ruhbân olur
bir dem gelir îsâ gibi
ölmüşleri diri kılar
bir dem girer kibr evine
fir'avn ile hâmân olur
bir dem döner cebrâil'e
rahmet saçar her mahfile
bir dem gelir gümrâh olur
miskin yunus hayrân olur
Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı isimli o mükemmel kitabında dipnot kısmında bir olay anlatır.
Tüm o olayların, sıkıntının ortasında bir gün Hz. Ali, Cuma hutbesi vermektedir. Yılların verdiği birikmişliğin, o hüznün, o peygambere olan hasretin, o acıların yoğurduğu yürek dayanamaz; yıllardır hiç kimseye anlatmadığı şeyleri anlatmaya başlar. Yıllar ve yıllar boyunca, kendi köşesinde içinde biriktirdiklerini anlatır. Çoşkun bir ırmak gibi çağlar. Tüm o suskunluğunun, tüm o acıların hikayesini anlatır. Tam o anda bir adam ayağa kalkar, "Ey Müminlerin Halifesi!" diye seslenir ve bir soru sorar.
" Şu kadar kilometreden şu kadar kilometreye kadar bakır levha kaplı bir çölde olsam, etrafta abdest alacak tek bir yer olmasa, teyemmümle abdest alıp namaz kılabilir miyim?"
Bu gereksiz ve saçma soru karşısında cemaat sinirlenir, ama Hz. Ali sakince ve gülümseyerek soruyu cevaplar. Sonra da cemaatine döner ve "Bu da bir Şıkşıkıye* idi, geçti" der. Ve bir daha asla o konular hakkında konuşmaz.
Bu dünyada faniyiz. Yaralarımız var, yaralayanlarımız var, kaçtıklarımız var, kovalayanlarımız var, acılarımız var, acıtanlarımız var, halimize gülenlerimiz var, halimize ağlayanlar var..
Kimin canın sıktıysak, kimin zihnini bulandırdıysak, kimin yarasının üzerine göz yaşı döküp, kimin göz yaşından yeni yaralar çıkardıysak, kimin kaçtıklarını tekrar önüne çıkarıp, kimin önünden kaçmadıysak, kimi sevdiysek bir zamanlar, kimi sevmediysek, kim bendeyse ve kim benden çoktan gittiyse, kelimelerimle kimin aklına aşk, kimin aklına meşk, kimin aklına kor, kimin aklına yar, kimin aklına yokluk düşürdüysem, kim bana bakarken düştüyse, ve ben kime bakarken düştüysem, kim kızının saçlarında cenneti kokladıysa ve ben cennetin saçlarında kimi kokladıysam, kim ömrümden bir dakika aldıysa ve ben kimin ömründen bir dakika aldıysam, kim benden bir günah aldıysa ve ben kimden bir günah aldıysam, hakkını helal etsin.
Bu da bir şıkşıkiye idi, geçti. Allah'a emanet.
*şıkşıkiye: bu, erkek devenin esridiği zaman ağzına gelen köpüktü; geldi, gene geriye gitti.
Bu filmin bu on dakikası hariç hiç bir yerini izlemedim. Şu on dakika yetti çünkü bana. Hani.. hani düşürüyor elinden kupayı.. hani ondan kalan tek şey de kırılıyor ve o an onsuz kaldığını farkediyor ya.. Varlığını bile unuttuğum bir kitabın içinden çıkan iki mektup bana aynı etkiyi yapmıştı.. Daha önce bulsaydım o mektupları, çok geç olmadan bulsaydım ne olurdu diye çok düşündüm. Çok. O zaman izin vermezdim gitmesine belki. O zaman kimselerin gitmesine izin vermezdim belki.
Geçmiş zaman.. Nasip.. Nasip..
hiç iyi değilim ada.
seni hiç unutmadım.
bunların olacağını hiç düşünmemiştim;
yarım yamalağım, herşey bombok!
sen atlattın mı?
yoksa benden intikam mı alıyorsun?
gülümsüyorsun;
gerçek mi?
hiç böyle olacağını düşünmemiştim...
senden ayrıldığım ilk günler kuş gibi hissetmiştim kendimi,
sana da, kendime de iyilik yaptığımı düşünmüştüm...
ta ki ufacık birşey beni darmadağın edene kadar...
sana dair ufacık birşey alay etti benimle o gün;
işte o sabah seni ve neleri kaybettiğimi anladım...
bir daha sen olmayacaktın...
bir daha bunu yaşamayacaktım bi başkasıyla...
biliyor musun?
ne gün nerede kaybettiğini bilmediğin o küçük saç tokası
hala cebimde durur...
...
hayır ada, yalan söylüyorum!
ben zaman zaman gidip bakıyorum o sokağa...
ve herşeyin eskisi gibi olduğunu düşünüyorum...
orda öylece duruyorum,
senin içeride oturduğunu, daha hala kahramanlar yaptığını düşünüyorum.
kendimi aldatıyorum.
avunuyorum ada!
..............
senden hemen sonraydı onu görmeye gidişim,
senin doğduğun eve, çocukluğunun geçtiği kasabaya sevgilim...
sana dair küçük bir yolculuk yaptık annenle;
sana söylememesi için yemin ettirdim ona.
bravo!
tutmuş sözünü...
...
büyüdüğün evi, uyuduğun yatağı gördüm sevgilim...
seni, çocukluğunu düşündüm.
sen ordaydın ve birgün benimle tanışacağını henüz bilmiyordun.
sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım sana;
büyüdün!
kafamda bi hikaye...
bilirsin, bunu çok severdim...
ikimize bir mutlu son yazdım sonra...
o evde seninle birlikte oturduk,
sustuk,
yanımda durdun sessizce,
burası sondu,
başka bir yaşamdı,
sadece biz vardık,
bana baktın,
mavi ve telaşsız...
sustuk...
başka yaşamda başka br mutlu son,
biz bunu haketmiştik,
hikayemiz orda bi yerde,
hep benimle duracak,
dayanabilmemin tek yolu buydu çünkü!
insanın kokusu hep aynı mı kalırmış?
şaşırdım...
sana ait birşey aldım yanıma,
bir küçük 45'lik plak.
arda kardeşin masalları...
eve uğrarsan bir gün o plağın nasıl kaybolduğunu asla bilemeyeceksin.
ve hala her pazar günü telefonla konuştuğum müzeyyen ablam da söylemeyecek tabi ki...
yağma yok!
bu zevki sana yaşatmayacağız...
sen o küçücük plakla bende, evimdesin hala.
ve sen bunu bilmiyorsun...
ve gözlerimi kapattığımda kollarımda başka biri değil, sen varsın.
ve sen bunu bilmiyorsun...
......
yok, hiç kimse yok!
sana yalan söyledim...
...
biliyorum sevgilim...
...
keşke zaman dursa,
sen hep orda dursan ve bana baksan öylece,
keşke böyle kalsak biz...
hiç bitmese...
bunu sana söylemeyi ne kadar çok isterdim.
sana söylemediğim o kadar çok şey var ki zaten...
neyse...
hoşçakal ada...
hoşçakal sevgilim...
Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kac kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın
Fabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun
Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın
Bu gece kanatlarım kırık, kelimelerim dağınık, gözlerim ıslak, şefkatim eksik.. Sadece geldim işte.. Kime geldiğimi bile bilmeden..
Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna
Tenhaydı düşlerim, geceydi, çıkıp geldim işte
Su ve ateş, bir de gülünç yalnızlığım var sana
Getirebildiğim, kokularını yitirmişti çünkü güller
Suyu dinle, ateşi yak, özledim demek bu
Parasız yatılı hüzünlerden ne kalır geriye
Biraz Tamil biraz Türküz ayıptır söylemesi
İntiharsa günahtır, külliyen yasak bilirsin
Pısırık bir ihtilal gibi getirdim sana bunları
Bir de belleğim, başıma bela hazin ve komik üstelik
Hatırla eskiyen meydan saatini, çocukluğundur
Tayyare pulları getirdim sana, evden kaçışlarımı
İstersen yok say bunları, tespih de yapabilirsin
Beni vur saatin altında, seni seviyorumdur bu
Şiir yazan bir adamın fotoğrafı var yanımda
Kendini ölümlü sanıyor, onu getirdim ganimettir
Büyüdü büyülenerek, taşlayarak kovdu kabilesi onu
Suyun öte yakasında yaşadı, Sisyphos dediler adına
Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna
Ayna pusluydu bunca yıl nice sır taşımaktan
Kırılmanın sesini duydum ve onu getirdim sana
Unutulmaya geldim işte, onarılmaya değil
Kov beni kabilenden, ama bekliyorum demek bu
Ahmet Telli
ay nerde doğsa ordaydık
dallarda zerdali çiçekleri
savrulur gider rüzgar esince
bütün bir bahar böyle geçti
anlardım aklından geçenleri
sustukça konuştuk sanki
sevdaymış meğer bu içimizde
yıllardır uyuyan deli
sessizlik sensin geceleri
fincana kahve koydum gel, ah
bugün şeytana uydum gel
ay doğdu dağın üstünden aman aman
dallarda beyaz çiçekler
dayandım gecenin karasına
artık kimse kıramaz beni o kül gibi deniz, o sessiz kız
kayıp bir sandala binip gitti
ne sen söyledin derdini
ne ben sevdiğime inandım
unut geçen eski günleri
bunca yıl sonra nasılsın?
Bir zamanlar iyi bir çocuk vardı. Sevdiğim dediği insanı rüyasında gördüğünde bile hicab duyardı. Kimseye el kaldıramazdı, kimsenin ne ruhi ne de fiziki bütünlüğüne dokunamazdı, kimseye zarar vermek istemezdi. Bir zamanlar bu çocuk insanları üzmekten deli gibi korktuğu için onlara yaklaşmazdı. Bir zamanlar bu çocuk haddini bilirdi. Kendisini sevdiğini bildiği birisine bile yeterince sevgi verememekten korktuğu için yanaşamazdı.
Sonra "sevgileri yarınlara bıraktım, çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarım beni yanlış tanıdı." Onlar bu çocuğun bu halini güçsüzlük zannettiler. Onlar bu çocuk, ne kadar büyük kötülük yaparak gidersek gidelim, en fazla boyun eğer ve susar zannettiler. Onlar bu çekingen, tutuk ve saygılı insanın, tüm insanlığının üzerinde tepindiler.
Sonra ne mi oldu bu çocuğa? Bakalım.
Bir tanesi çıktı, çocuk onu yıllarca melek gibi görmüşken pespayelik yaptı, tüm o aşkın üzerine sünger çekme pahasına sildi onu. Artık özlemiyor bile tüm ilk gençlik hayallerini ve saflığını verdiği çerkez kızını. Aklına bile nadir geliyor artık. Bu sene ilk kez doğum gününü bile unuttu. Neredeyse on senedir ilk kez, onun doğum gününü unuttu. Çünkü bu çocuk, o sizin tanıdığınız çocuk değil artık.
Başka birisi çıktı, çocuk ona herkesten çok güvenmişken, hayatında ilk kez bir kızı ailesine yaklaştırmışken, hayatında ilk kez bir kıza dokunmuş, elini tutmuş, hayatında ilk kez bir kızla sinemaya gitmiş, ilk kez el ele mutluluk içinde yürümüşken, hayatında ilk onu seven birisini sevmeyi öğrenmişken, nedensiz yere çekip gitti. Bunca yıl geçti çocuk hala bilmiyor neden gittiğini. Ama öyle bir gitti ki, tüm inançları, tüm saygı duvarlarını, tüm ailevi mahremleri her şeyi yıkıp gitti. Çocuk ona karşı hep saygılı olmuşken o haddini bilmeden ona ve ailesine onulmaz yaralar açıp gitti. Kendisini gördüğünde şurada burada, öfkeden başka bir şey hissetmiyor artık. Bazen şefkat göstermek istiyor, bazen şefkatiyle kendisine tüm yapılanların üstüne sünger çekip yürümek istiyor. Ama bazen de yapamıyor, çünkü bu çocuk o sizin tanıdığınız çocuk değil artık.
Uzun bir sessizliğin ardından çiçek desenli elbisesiyle eminönü'nde koşturan cıvıl cıvıl bir doktor adayı çıktı karşısına. Çocuk çarpılmadı, çocuk aşık olmadı, çocuk o kadar da çok etkilenmedi, ama felaketi olacağı bariz olan bu kızı kabul etti kalbine. Çünkü o güne kadar hep haddini bilmişti ve kaybetmişti, artık değişmişti çocuk. O kızı kabul etti ve güzelleştirdi. Bir köşede kalmış o elmasa tekrar ışık verdi, can verdi, umut verdi. Tüm bunları haddi olmadan yaptı hem de. üç-dört ay çok mutlu oldular. Hayatında daha önce mutlu olmadığı kadar mutlu oldu çocuk o sırada. Yaptığı otobüs yolculukları bile sıkmıyordu canını. Ama yine aynı hatayı yaptı, saygı duymaya başladı, güvenmeye başladı, inanmaya başladı, mahremine, ailesine sokmaya başladı kızı. Ben yüzümde maskelerle yaşamak istemiyorum benim kalbimi gör dedi kıza. Zor olanı seçti, olmadı. Siz acıdan iki büklüm olmayı bilir misiniz? Siz aldığınız bir haberden sonra acıdan iki büklüp olup dizlerinizin üstüne çökmeyi bilir misiniz? Çocuk o günden sonra bir daha asla aynı olmadı. Sizin yarattığınız bu çocuk, artık kalbine hiç kimseyi korkmadan koyamıyor. Tekrar aynı acıları yaşamamak için öyle sert bir hale büründü ki.. Bazen şefkat duyduğu oluyor, nadir de olsa hala, şefkat duyduğu, gözlerinin dolduğu. Ama denizin bu yakasında çatık kaştan başka bir şey yok.
Bu çocuk, tutuk, saygılı ve çekingen olup, sevgileri yarına bırakmaktan çoktan vazgeçti. Haddini bilip sessizce oturmaktan çoktan vazgeçti. Korkarak kendisini gizlemekten çoktan vazgeçti. Bu çocuk kimliğini çoktan kaybetti. O eski çocuğu çok özlediği zamanlarda, o çocuğun kalbindeki yaralar da çıkıyor açığa hepsi bu. Sizsiz yaşadı bunca yıl, siz olmadan yaşamaya devam edecek ömür boyu. Sıkılı bir yumruk, ağızda ince bir küfür. Hepsi öfke!
ağladığın gecelerde şarkılar söyle kurtulursun
elleri var karanlığın, dokununca korkma sakın
hangi düş yaralanır gerçekle
hangi dal incinir yeşilinden
hangimiz oyuncaklar kırmadık
bir sigara ver bana
yağmur olur geçen yıllar, şemsiyen var mı?
içinde kalabalıklar sırılsıklam
ölüm dediğin aslında yalnızlıkmış
bir sabah bir bakıyorsun, herkes gitmiş
hangi düş yaralanır gerçekle
hangi dal incinir yeşilinden
gel duman gizlesin yüzümüzü
bir sigara ver bana
bir gün habersiz çık gel
bıraktığın gömleği almaya
sevginin de elleri var
dokununca başlar rüya
Günlerdir kendi kendime kaldığımda kafamın içinde çalıp duran şarkı bu. Jehan Barbur - Neden. Klibini bugün izledim. Kendimi gördüm orada. Şarkının sözlerinde kendimi gördüm. Ben hala neden sorusuna bir cevap bulamadım. Neden?
kalabalık bir sokak belki hayat
sen her köşe başı
yorgunluktan mı bu halim
düşünmek bile zor
kelimesiz geldiğim
fikirler yol almaz
dağınıklıktan mı bu halim
durulmak artık zor
geçmişte bitirdiğim
hüznümde hal kalmaz
dönüşmeden,
değişmeden gün olmaz
çare bulmaz
soluklanmaz zaman
yenilenmez yalan
toplanmamış bir oda
benle hayat
sen
yağmur sonrası...
Dünyanın en naif şiiridir "Hikaye". Sevgiliye en güzel sesleniş. Vakti zamanında bunu ahlaka mugayyir bularak edebiyat kitaplarından çıkaran talim terbiye kuruluna selam ederim.
Sen de susma! Konuş biraz..
senin dudakların pembe
ellerin beyaz,
al tut ellerimi bebek
tut biraz !
benim doğduğum köylerde
ceviz ağaçları yoktu,
ben bu yüzden serinliğe hasretim
okşa biraz !
benim doğduğum köylerde
buğday tarlaları yoktu,
dağıt saçlarını bebek
savur biraz !
benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!
benim doğduğum köylerde
şimal rüzgarları eserdi,
hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır öp biraz !
benim doğduğum köylerde
insanlar gülmesini bilmezdi
ben bu yüzden böyle naçar kalmışım
güldür biraz!
sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin !
benim doğduğum köyler de güzeldi
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz !
Fazlası yok.. İnce bir sitem var sadece.. Fazlası yok..
beni özlüyormuşsun öyle diyorlar
kıs kıs gülüyormuş tuzak kuranlar
sense besleyerek yalnızlığını
kabul ediyormuşsun aldattığını
beni soracak olursan hayli kırgınım
kırgınlık bir yana bir de şaşkınım
tek tek anlayarak hatalarımı
sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı
işte ben böyle bir hal içindeyim
aslında derin keder içindeyim
bazen bilmeyerek ne yaptığımı
iyi kötü güzel çirkin her biçimdeyim
bazen isyan edip yalnızlığıma
sana karşı ince bir sitem içindeyim
Hayatımı en çok etkilemiş yazarlardandır Nazan Bekiroğlu.. 12 Haziran günü öyle bir yazı yazmış ki.. Altına haddim olmadan imzamı attım ben de.. Ah ne olaydı.. Ne olaydı..
Biraz küçülsem, diyorum, biraz azalsam.
Daha sade, daha düz, daha yoksul olsam.
Bu kadar çok giysi, bu kadar çok kitap, bu kadar çok takı. Bu kadar çok kablo, bu kadar çok müzik, şiir, resim. Bunca yüz. Bunca haber. Bunca yol. Bunca şehir. Bu kadar çok mesele. Elimi verip kolumu kurtaramadığım beyhude. Böyle olmasa.
Öğrencilerimin ismini daha kolay ezberleyebilsem örneğin. Aklımda daha kolay kalsa okuduğum cümle. Zihnim bu kadar dolu olmasa. Bir ziyaret, bir mektup, bir armağan, harikulâdeye dönüşse. Bu kadar büyümesem, bu kadar dağılmasam. Bu kadar dağılıp bu kadar parçalanmasam. Ne olur biraz küçülsem. Biraz sadeleşsem. Biraz ayıklayabilsem kendimi. Biraz azalsam. Şarkıları bu kadar çabuk eskitmesem. Romanlara bu kadar kolay dudak bükmesem. Şiirleri tüketmesem. Güzellik sıradan bir şeye dönüşmese. Daha fazla hayranlık duysam. Biraz şaşırsam. Küçülsem biraz, biraz büyük görsem. Bu kadar kalabalık arasında bulandı görüşüm. Sadeleşsem biraz, görüşümü keskinleştirebilsem.
Burnumun direği daha çabuk sızlasa. Daha çabuk ağlayabilsem. Daha çok sevinsem daha kolay üzülsem. Daha kolay avunabilsem. Bu kadar çok dolmasa hafızam. Zihnim bunca kalabalıkta berraklığını yitirmese. Bu kadar çok yüz geçmese yüzümün önünden. Hiçbirini unutmayacak denli az olsam. Bu kadar çok hayat binmese benim sırtıma. Bir benden ibaret kalsam. Bir karınca kararınca, dünyayı böyle kolay gezebilmesem. Mesafeler biraz uzasa, biraz yorsa. Ben küçülsem dünya büyük olsa.
Hayata kablolarla tutunmasam. Bu kadar çok şifrelerim olmasa. Şarkılara bu kadar kolay ulaşamasam. Her şey bir düğmeye, bir tuşa dokunmaya bakmasa. Her şey bu kadar kolay olmasa. Hayatıma giren her kolaylık fıtratımdan bir parça koparmasa. Bilgi elimin altında hazır ve nazır, emre âmade beklemese, peşinden koşsam biraz. Kütüphane kütüphane dolaşsam yeniden.
Hançeremden bu kadar çok nefes, dilimden bu kadar çok kelime çıkmasa. Bu kadar çok harf dökülmese kalemimden. Bu kadar çok tasnif yapmasam. Sıralamasam. İndeks çıkarmasam. Sonra her şeyi birbirine karıştırmasam. Daha az dosya açsam. İmzamı biraz daha özenli atsam. Harfleri daha yavaş yazsam. Mürekkebim böyle kolay kurumasa.
Her şey bu kadar çabuk olup bitmese. Başladığım kitapları bitirmek için biraz uğraşsam. Defterler böyle çabuk dolmasa. Parmağımdaki yaranın iyileşmesi zaman alsa. Hatıraları kurcalayacak, eski mektupları okuyacak, köhne defterleri karıştıracak halim vaktim olsa. Tozlu sandıkları karıştırsam, geçmişteki hesaplara bir göz atsam. Çektiğim fotoğraflara, el-insaf, ikinci kez baksam.
Vakti saati gölgelerin yönünden çıkarsam, güneşin zaviyesinden kestirsem. Baharın gelmesi sevinç, kışın gelmesi hüzün, hissedebilsem. Mevsimlerin geçişini daha rahat izleyebilsem. Kışa bahar, yaza sonbahar, geceye gündüz bu kadar çabuk eklenmese. Haftanın başlamasıyla bitmesi, okulların açılmasıyla kapanması bir olmasa. Bitmek tükenmek bilmeyen uzun yaz tatilleri canımdan bezdirse beni. İkindiyle akşam arası uzadıkça uzasa. Ufukta güneş bir mızrak boyu, asılı kalsa. Böyle çabuk batmasa. Tan, bir göz kırpımı, böyle hızlı atmasa. Akşam olmak bilmese biraz, geceler bitmese. İçimde kocaman bir boşluk kalsa. Canım sıkılsa bir daha. Zaman bu kadar azalmasa. Bu kadar âhir-zaman olmasa.
Dağıtsam ne'm var ne'm yok, zekâtını hesaplamadan. Sonra toplamasam kendimi dağıttığım onca yerden, geri almasam. Üzerine gölge düşmeyen berrak maviyle yetinsem. Huş ağacını ilk kez görmekle oynasa yer yerinden. Ömrümdeki en önemli hadise olarak kalsa bir ırmağın akışı. Gördüğümü düşünebilsem.
Duru bir görüş bahşetsen bana Yâ Rab. Her şeyin yerli yerinde durduğunu, ağır ağır döndüğünü, sakin sakin aktığını görmeme yetecek bir bakış. O bakışta, bu kadar çok olmasam. Tek yörüngede tek merkezde toplansam. Yekpâre olsam. Kesrette dağılmasam. Küçülsem. Tek noktada toplansam. Yaşam büyük, âmenna. Ama ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam, arınsam.
Ezginin Günlüğü'nün o muhteşem Gemi şarkısının daha az bilinen versiyonu. İstavrit albümünden.. Çok daha samimi, çok daha güzel.. Bu güzel fotoğrafın sahibi "can"a da selam olsun. Ondan izinsiz kullandım ama helal eder hakkını umarım.
ah, küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini, delisin
ah, yakarlar seni, dönmezsin bir daha geri, delisin
ah, peşimde rüzgâr, ne yağmurlar dost ne bir kıyı var, deliyim
ah, düşlerim kaldı, yalnızım düşlerim kaldı, deliyim
kime sorsam dönüşüm yok
nereye gitsem mavi
yelkenimde deli rüzgâr
her yanım tuz, deliyim
ah, yaralı kalbin, yanıp gidecek yaralı kalbin, delisin
ah, küçücük gemi, dönmezsin bir daha geri, delisin
ah, deniz olayım, tuzumu rüzgârda savurayım, deliyim
ah, ne yelken ne yel, köpüklerde kaybolayım, deliyim
kime sorsam dönüşüm yok
her gemi biraz deniz
her yanım mavi, her yanım yel
her yanım tuz, deliyim
Gripin sayesinde biraz fazla arabesk esintiler taşısa da son dönemde yapılmış en güzel aşk şarkılarından birisi. İstanbul'da nefes alan kim varsa onlara da selam olsun..
kelimelerden alacaklı bir sağır gibi
içimi döktüm bugün, yokluğunla konuştum
tutsak gibi, bir enkaz gibi, kendim gibi
içimden çıktım bugün, içimle konuştum
yüzünü ilk kez gören bir çocuk gibi
gördüm kendimi gördüm
kırıldı ayna paramparça
paramparça ne varsa kadınım yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
ne olur, gel, gel, gel, gel
ben sensiz istanbul’a düşmanım.
kestiğim ümitlerden yelkenler yaptım ama yokluğunda ne gidebildim ne de kaldım
gerçek miydi tutunmaya çalıştıklarım
hediye süsü verilmiş ayrılıklarım
kaybetmenin tiryakisi bir çocuk gibi
sustum, kendime kızdım
kırıldı ayna paramparça
paramparça ne varsa kadınım
yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
ne olur, gel, gel, gel, gel
ben sensiz istanbul’a düşmanım.
İstanbul'da vereceği barış konseri bir kısım lüzumsuz insanın tepkisi üzerine iptal edilen grup. Özellikle şu performansları harika. 2. dakikadan itibaren başka bir dünyaya giriyoruz.
Yann Tiersen abimizin "les retrouvailles" albümünden buruk olduğu kadar harika bir şarkı. Elizabeth Fraser söylüyor..
do you recognize me
here on this sleeper train
and do you feel the pain
growing into the night, mary
and i can feel the taste
of your third birthday cake
remember how it was
to hold you into my arms, mary
it was there
the summer lights around
i was there
his hand upon my knees
and we're gone
across this sunny streets
and we're gone
the day you died, mary
and we go faster now
together throught the fields
here on this sleeper train
and i can touch your face, mary
the precious things we've done
hidden under my skin
i let you sleep a while
i let you sleep a while, mary
it was there
the summer lights around
i was there
his hand upon my knees
and we're gone
across this sunny streets
and we're gone
the day you died, mary
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle