Tehcir sırasında Amerika Birleşik Devletlerine göç etmek zorunda kalan anadolu ermenileri, kültürlerini koruyup, türkülerimizi dahi yaşatmışlar yıllarca. O devirde Amerika'da kaydedilen bir plakta Shmon Arsian, Diyarbekir divanını okuyor. Hem de öyle bir okuyor ki...
Soykırım var mı yok mu tartışmaları arasında kaybolup giden bir acılar manzumesi tehcir. O dönemde Osmanlı Devletinde memurluk yapan Çerkes Hasan hatıratında yaşadıklarını şöyle anlatıyor.
"bundan sonra karyelerde, hemen bütün muhacirlerden yüzde 30-40 telefat vardı. tifüs, humma, malarya da aynı şiddet ve vahametteydi. ilacın olmadığı yerde hastalıkların vahim sonuçları arasında fark kalmıyor gibi. kinin ilacının olmadığı yerde en basit malaryanın vebadan ne farkı olabilirdi.
dul ve yetimleri toplatarak hazırlanıyor ve incelemeyi sonraya bırakarak ileriye harekete devam ediyordum. civar karyelerden çocukları ve dulları güzergâhıma tesadüf edecek köylere göndermek üzere muhacirlerden tayin ettiğim görevlileri de etrafa gönderiyordum. kefrence’nin bir saat ilerisinde, hazra köyü’ne vardım.
burada, muhacir ve yerli beş yüz nüfûstan dört yüz on yedi vefat vardı. köyün dar aralıklarında koltuk değneklerine dayanmış canlı mevtalar sağa sola sallanarak yürüyorlardı.
o gece kırda yatmayı tercih etmiştim. kalamadım. bitlerin boğduğu bir çocuğu burada gördüm. tırnakların diplerinden itibaren masumun bütün vücudunu istila eden bu murdar milyarlarca mahlûk, cenâzesinin üzerini bir iğne batırılacak yer bırakmamak şartıyla örtmüştü. bir çınar ağacının gövdesine yaslanarak, sabahı yapmağa çalıştım. bir türlü gözlerimi kapayamıyordum."
Soykırım var mı yok mu tartışmaları arasında kaybolup giden bir acılar manzumesi tehcir. O dönemde Osmanlı Devletinde memurluk yapan Çerkes Hasan hatıratında yaşadıklarını şöyle anlatıyor.
"bundan sonra karyelerde, hemen bütün muhacirlerden yüzde 30-40 telefat vardı. tifüs, humma, malarya da aynı şiddet ve vahametteydi. ilacın olmadığı yerde hastalıkların vahim sonuçları arasında fark kalmıyor gibi. kinin ilacının olmadığı yerde en basit malaryanın vebadan ne farkı olabilirdi.
dul ve yetimleri toplatarak hazırlanıyor ve incelemeyi sonraya bırakarak ileriye harekete devam ediyordum. civar karyelerden çocukları ve dulları güzergâhıma tesadüf edecek köylere göndermek üzere muhacirlerden tayin ettiğim görevlileri de etrafa gönderiyordum. kefrence’nin bir saat ilerisinde, hazra köyü’ne vardım.
burada, muhacir ve yerli beş yüz nüfûstan dört yüz on yedi vefat vardı. köyün dar aralıklarında koltuk değneklerine dayanmış canlı mevtalar sağa sola sallanarak yürüyorlardı.
o gece kırda yatmayı tercih etmiştim. kalamadım. bitlerin boğduğu bir çocuğu burada gördüm. tırnakların diplerinden itibaren masumun bütün vücudunu istila eden bu murdar milyarlarca mahlûk, cenâzesinin üzerini bir iğne batırılacak yer bırakmamak şartıyla örtmüştü. bir çınar ağacının gövdesine yaslanarak, sabahı yapmağa çalıştım. bir türlü gözlerimi kapayamıyordum."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder