Bu memleketin seslerinden, hem de bu memleketin sahibi olduğunu iddia edenlerden daha samimi ve gür seslerinden, Tatyos Efendi'nin hicazkar makamındaki eseri.
Mtv'nin Türkiye'de karasal yayın yaptığı dönemde top 20 listesinde iki numara olan şarkı. O kadar çok dinlemiştim ki bu şarkıyı o zamanlar, şimdi bile şarkının her şeyini hatırlıyorum.
it still feels like our first night together
feels like the first kiss and it's gettin' better baby
no one can better this
i'm still holdin' on and you're still the one
the first time our eyes met - it's the same feelin' i get
Ne zamandır böyle muhteşem bir ses düşmüyordu gönül bağımıza. Ayşenur Kolivar'ın Bahçeye Hanımeli albümü hemen alınmalı.
''Allı pullu ceketim Belimi de saramaz Bu köyün oğlanları Benim dengim olamaz Sırtladım sepetimi Düştüğüm yollar ırak Verdim sana gönlümü Ateşlerde yanarak Çok güzelim, çok güzel İpek yazma başımda Mavi gözlü yarim var Xigobal’nın içinde Gelin olayım inşallah Evini süpüreyim maşallah Baban ile annene Çorap öreyim inşallah İpi aldım çarşıdan Nakış yapayım diye Bir yar sevdim köyümden Her gün göreyim diye Güneş gibi vurmuşum Oncurali yamaca Ay gibi de sızmışım Sevdamın odasına''
Bu şarkıda bahsedilen çocukluğu az da olsa yaşayabilen sanırım son şanslı nesildenim. Bursa'nın en güzel mahallelerinden birinde, en güzel insanlarla büyüdüm. İnsanlığı, medeni olmayı, insana ve hayvana değer vermeyi orada öğrendim. Evlerin de bir ruhu olduğunu, o iki-üç katlı kagir yapıların her birinin ayrı bir dünya ve tarih olduğunu, hepsinin ne pahasına olursa olsun korunması gerektiğini orada öğrendim. Evlerin avlularındaki dut ağaçlarının o muhteşem güzelliğini.. ve daha neleri.. neleri..
Bugün Barış Manço'nun ölüm yıl dönümü. Ruhu şad olsun. Bir fatiha okuyalım biz de.
"İnsanın ana vatanı çocukluğudur."
bu sabah doğup büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaştım
çocukluğumu tekrar yaşamak istedim bu sabah ve bir an keşke bugün
hiç olmasaymış diye düşündüm keşke dün, dün kalsaymış
şu sağdaki iki katlı ev nezahat hanımlarındı galiba
yok yok bu yekta beylerinki olmalıydı
nezahat hanımlarınkinin yanı top oynadığımız boş arsaydı
iyi ama nerde boş arsa ya bakla tarlası peki taş mektep
nerdeler kimler götürdü kimler çaldı o güzelim anıları benden
birden rıza amcayı gördüm yine o dut ağacının altında oturuyordu
koştum ellerine sarıldım önce tanımadı sonra rıza amcanın
sımsıcak ellerinde çocukluğumu yeniden yaşamaya başladım
tam karşımızdaki evin üçüncü katında otururlardı
ondört yaşında boyanmaya başladığından mahalleli
sonunu iyi görmezdi doğrusu bu kız çok tango olmuş derlerdi
evlenmiş iki sokak öteye taşınmışlar eskisi gibimi diye sordum
eskisi gibiymiş biraz kilo almış o kadar olsun
kim bilir kilolu olmak bile ne yakışmıştır ona zaten ne yakışmazdı ki
rengini beğenmedim bugün rıza amca üstelik bayağı süzülmüşsün
tabi gece hayatı içki sigara bakmıyorsunuz ki kendinize
ilahi rıza amca birlikler umumi katipliğinden emekli oluvereli
gecesi gündüzü bu dut ağacının altında geçerdi
son üç sadrazamı ve cumhuriyetten bu yana bütün başvekilleri
sırasıyla ezbere bilir bize de saydırırdı çocukluğumuzda
hala hatırlıyor musun diye sordum
hatırlıyor muyum hiç unutmamıştım ki
bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi nedense pek derin
nedense pek derin bir iz bıraktı
bende bu sandaletler bir de
kol altları genişçe oyulmuş pembe bulüzü
ilk sigarasını yakışımı hatırlıyorum da
ne gururlanmıştım yarabbim
nasıl bakmıştı gözlerime yıllar yılı bu bakışlarla yaşadım
onlarla uyudum onlarla uyandım şimdi kim bilir
hangi eller yakıyordur sigarasını
oysa bu dut ağacının altında
söz vermiştim söz söz söz hep lafta kaldı dedi rıza amca
yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede evlerle beraber
bahçeler de yok oldu
bir şu dut ağacı kaldı onu da kesmeseler bari
birden gözleri parladı
sahi sen televizyona filan çıkıyorsun dedi
tabi ya seni dinlerler bir seferinde
söyle çık pat pat söyle
şu dut ağacını kesmesinler de
aslında dizlerinde derman olsa nafa vekilini bile çıkarırdı
rıza amca gençler ne güne duruyordu ki
söz verdim rıza amcaya
dut ağacını kestirmeyeceğime söz verdim
dünü bilmeden bugünü yaşamanın bedeli öylesine ağırdı ki