29 Nisan 2011 Cuma

Haşhaşlı Çörekle Güzellik Sırları..



Gerçekten haşhaşlı çörekle güzelleşebileceğini zannederek bu yazıya gelen hanımefendiler ve beyfendilere bir çift sözüm var. Şu andan itibaren ocak dışısınız. (Devlet Bahçeli hocanın son yirmi yılda ettiği en güzel sözdür bu.)

Masamın üstü dağınık, yaklaşık üç ay önce yan devrilip hala müdahale edilmediği için yan duran apörlörün teki var mesela. sonra okunup kenara konmuş bir “dar kapı“, yan yana duran ve mutfağa sürekli su içmeye gitmemek için kullanılan büyük iki adet bardak, prenses kahverengi şekilli şeker, (hayatımdaki tek entel nesnesi bu kahverengi şekerler, doğal beslendiğimi düşündürtüyor bana ve iyi hissediyorum kendimi.) karşımdaki duvarda bir buvat var. buvat sözcüğünü hatırladığım ve bildiğim için kendimle çelişkiye düşmüş olsam da gayet iyiyim aslında. Sol tarafımdaki kitaplık gençliğim, kitaplığın üstündeki tablo hüznüm, sağ tarafımdaki duvar kalbim. Arada kafamı vuruyorum, duvardaki yalıtım sisteminden dolayı hoş bir ses çıkıyor, kaliteli bir evde oturuyorsanız tavsiye etmem bunu yalnız. Toki sağolsun, duvara çivi sokunca kendiliğinden karşıya geçiyor, çekiçe bile gerek yok, insan odaklı bir yapılanma.

Aklıma durup durup andımız geliyor. Hatta gittim google’da aradım, “andımız neydi lan bizim” diye. Bir kez okutmuştum ben bunu Bursa Atatürk İlköğretim Okulu’nun merdivenlerinden, sanırım çocukluğumun en heyecanlı ve stres dolu günlerinden birisiydi. Bir okulda tam beş sene okuyup müdür yardımcısının odasını bile bilmeyen bir çocuktum ben. Nöbetçi olduğum bir gün hocanın teki bir iş vermişti de, haber iletmemi istediği hocayı tanımadığım için gün sonuna kadar köşe bucak saklanmıştım. Ben kendi ilkokulunu bile hatırlamayan bir çocuğum. altmış üç kişilik bir sınıfta öğretmenimle ilgili tek hatırladığım birinci sınıfta yediğim tokat. elbette saçlarım üç numara kesilmişti ve elbette kafama vurmuştu adam. Beş senemi geçirdiğim sınıfım hakkında hiç bir şey hatırlamıyorum. Haşhaşı kısmam gerek sanırım biraz. Anadolu imam hatip lisesini kazandığımda Bekir Hocam burun kıvırarak “nerden buldun lan o okulu” diye sormuştu. Babam da imam olduğu için “imamın oğlu” diye çağırırdı beni bazen. Arkadaş yedi yaşından itibaren ulusalcı öfkesiyle muhatap olmuş bir çocukmuşum. Sınıf annemizin varlığı bile bir mahalle baskısıydı yahu çocuk aklıma. Modern Atatürk kadını görünüşlü bir sınıf annesi, müzik dersine org’la gelen zengin kızları, bukle bukle saçlarıyla salınan zengin kızları, ve kelden hallice üç numara kafasıyla çingen kızı bahriye’yle oturan Ahmet. (Bahriye’nin saçları uzundu hakkını yemeyeyim, üç numara kel olan bendim.) Vay babam vay. O kadar çok unutmak istemişim ki o günleri, sonunda hatırlamak için haşhaşı dayamak gerekmiş demek ki zihnime.

Beypazarı sodası kalmamıştı markette, portakallı bir acayip soda içiyorum. Bursa’da geçit köyünde bir amca vardı, demirelciydi rahmetli. altı yaşındaydım o sıralar, babamla kahveye indiğimde benim ileride demirel’e oy vermem şartıyla “sarı” ısmarlardı bana. Yedigün yani. “Sarı”ydı onun adı orada. Her portakallı soda açtığımda da o amcam aklıma geliyor. Sonra fark ediyorum ki, bu Ankara kalabalığında Bursa’yı çok özlüyorum. ve sonra tekrar fark ediyorum ki, Bursa kalabalığında çocukluğumu çok özlüyorum. Annemin küpeli çiçeklerini, müezzin lojmanı ile bizim evin arasındaki duvara kök salmış o güzel incir ağacını, bahçemizi gölgelendiren dut ağacını, çatıdan çatıya geçerken babamın tepesinden işeyen kedileri, frikik çekerken abandığım için içeri çöken komşu metruk evin kerpiç duvarını.

Her neyse işte, buraya kadar sabredip okuduysanız, benim hiç bir şey anlatmazken bir sürü şey anlatmaya çalıştığımı anlamışsınızdır belki. Tüm bunların hepsi haşhaştan. Hem herhangi bir kötü alışkanlığım yok aslında. Sigara kullanmıyorum, nargile içmiyorum. ( Hatta küçük bir çocuk iken Bursa’da ulucami yanındaki nargile kahvesinde oturan amcaları gösterip, “bunlar sabahtan akşama kadar neden fülüt çalıyor yahu” demişliğim bile var. Fülüt sesini kulağımla duymadığım kesin ama olsun. ) Alkol ile de ilişkim olmadı. “Sen de ot gibi bir adammışsın” demeden önce kafamın hepinizinkinden daha güzel olduğunu bilmenizi isterim. İşte benim sırrım, “haşhaşlı çörek”. Annem cevizlisini yapardı bunu, sobanın ufak fırınında pişirirdi hem de, muhteşem olurdu. “dönük dönük pasta” derdik o zaman ona. Nasıl da canım çekti aslında. Her neyse işte, yalnız yaşamanın ve dahi bekarlığın bir sonucu olarak insan atıştırmalıklara dadanıyor markete her girdiğinde. E sonucunda da haşhaşlı kek işgal ediyor pazar poşetimizin bir kısmını. İşte bu kafa onun kafası. En legal uyuşturucum benim. “Abi haşhaşın bu türlüsü çarpmaz ki yahu, sen yanlış biliyorsun.” diyenler. Harbi mi la?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder